TOPLUMSAL EKOLOJİDEN KONFEDERALİZME DOĞRU

Bu yazının temel amacı Bookchin’in fikirlerinden yola çıkarak toplumsal ekolojinin nasıl mümkün olacağını ve sonrasından yerel yönetimler perspektifi ile konfederalizme nasıl evrileceğine yöneliktir. Bunun için Bookchin’in Doğa, Toplum, Hiyerarşi, Sınıf, Ekolojik ilkeler, Özgürlükçü yerel yönetimler ve konfederalizm kavramları ele alınacaktır. Sonuç kısmında ise Bookchin’in ekolojik sistemiyle ilgili genel bir değerlendirme yapılacaktır.

Doğa ve Toplum

Bookchin’e göre doğa, giderek genişleyen ve çok uzun bir farklılaşma süreci olarak görülmesi gereken evrimsel bir süreçtir. Yaşanan bu gelişme çizgisi ne kadar karmaşık olursa olsun, doğa, cansızdan canlıya doğru ilerleyen ve en son toplumsal olana doğru birikerek çoğalan evrimsel bir süreçtir. Bu tanımdan yola çıkan Bookchin, insanı, toplum oluşturma becerisiyle ve bu becerinin altında yatan yeti olarak akıl ve istence sahip olmasıyla diğer canlılardan ayırır. Böylece, insan ve insan olmayanları birbirlerinden ayıran asıl özellik, insanların toplumlar oluşturması, diğer canlıların ise topluluklar oluşturmalarıdır. İnsan toplumlarını eşsiz topluluklar yapan ve onları diğer tür topluluklarından ayıran ölçüt, onların “yaşam araçlarını korumada açıkça belirlenmiş sorumluluk, birlik ve kişisel ilişki biçimleri çerçevesinde genellikle son derece katı bir şekilde yapılanmış, kurumsallaşmış topluluklar olmalarıdır”. İnsanların oluşturduğu kurumsallaşmış topluluklar olarak toplum, doğanın dışında bir oluşum olarak kavranamayacağından, Bu yaklaşıma göre, sosyalleşme derinlikli bir bakış açısıyla ele alındığında, farkına varılacak olan en şaşırtıcı husus, toplumun en ilkel biçiminin önemli ölçüde doğadan türemiş olduğudur. Bookchin, bu yaklaşımdan hareketle, birinci ve ikinci doğa ayrımı yapmakta, ikinci doğayı birinci doğanın içinden çıkararak, doğa ve toplum ikiliğini reddetmektedir. Esasen ikinci doğa, bir bütün olarak, doğanın bitirilmemiş, daha doğrusu yetersiz bir gelişimi olmaktadır. Bu sistem içerisinde insanlar, sıkı kan bağları ve özellikle de annelik bağlarının etkisiyle, ikinci doğanın içinde toplumsallaşmaya başlamışlardır. Dolayısıyla, insanların basit bir hayvan topluluğundan otantik bir topluma geçişlerini simgeleyen yapı ya da kurumlar da zaman içerisinde, etkileri uzun bir vadeye yayılan değişiklikler geçirmektedirler.

Bookchin’in düşünce setinde, birinci doğa doğal dünyanın, özellikle de organik dünyanın birikimsel evrimini açıklamak için kullanılırken; ikinci doğa, toplumun evrimi anlamına gelir ve bu iki doğa karşılıklı etkileşim halindedirler. Bu etkileşim, kendisini hem birinci doğada hem de ikinci doğada gösterir. Böylelikle, insanı diğer varlıklardan ayıran ölçüt olarak, kurumsallaşma tek başına toplumsalın yani insanın oluşturduğu ikinci doğanın bir özelliği olarak kavranamaz. Bookchin’e göre toplumsal tarihin inşasında doğal tarihin rolü, “karmaşık dinamik ekosistemler biçiminde, giderek karmaşıklaşan kendi gelişiminin bir aşamasından diğerine ortaya çıkan etkin, somut ve varoluşsal” olmasıdır. Ona göre, toplum tarafından koşullandırılış olmasına ya da toplumsal evrim tarafından zenginleştirilmesine rağmen, insanın düşüncesi de doğal bir süreçtir.  Dolayısıyla, “akıl da doğal dünya içinde kendi evrimsel tarihine sahiptir ve yaşam biçimlerinin daha etkin ve esnek olarak işlev görme sinirsel kapasiteleri artarken, yaşamın kendisi de kendisinin farkında olmaya ve kendiliğinden etkinliğe yol açan yeni evrimsel doğrultular yaratır.” Ne var ki, Bookchin, akıl ve doğa arasında kurulan bu bağlantının, modern batı düşüncesinin epistemolojisi ile anlaşılamayacağını iddia eder. Çünkü mevcut düşünce sistemi kapitalist Modernitenin uygarlık ideolojiden sıyrılamamıştır.

Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı

Bookchin’e göre, “bugünkü insanlık durumunu derinden değiştirebilecek toplumsal olanakların önünü açan ya da engelleyen, teknikten çok kültür, emekten çok bilinç, sınıflardan çok hiyerarşi” olmuştur. Bookchin‟in toplumsal ekolojisinin hedef aldığı temel sorunlar, insan gelişiminin başlıca marazları olan, “tahakküm” ve “hiyerarşi” nosyonlarıdır. Bu, ekonomik temelli sınıf sorunu ve emeğin sömürülmesinden farklı bir bakış açısıdır. Toplumun indirgenemez sorun alanları, sadece emek-sermaye arasındaki çatışmalarda değil, aile içerisindeki yaş grupları arasında, okullardaki hiyerarşik eğitim tarzında, gücün kentlerdeki bürokratik gaspında ve toplumdaki etnik bölünmelerde de aranmalıdır. Netice itibariyle, tüm bu ilişkiler silsilesi, bir emir-komuta zihniyetinin tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, Bookchin, hiyerarşi temelli bir analizin, sınıf analizini reddetmeyeceğini, aksine onu kapsadığını söyler. Zira ona göre, hiyerarşinin doğa toplum  kliğinin temelinde yer almaktadır.

Bookchin, ikinci doğaya özgü bir özellik olarak formüle ettiği hiyerarşinin, yazı-öncesi toplumlara tamamen yabancı bir kavram olduğu söyler. Benzer biçimde, insanın doğayı tahakküm altına alması da, yazı öncesi toplumlarda rastlamayan bir özelliktir. Çünkü; Bookchin’e göre, organik toplumlar, dünyayı, her biri birlik ve uyum için vazgeçilmez olan çok sayıda farklı parçanın bir bileşimi olarak algılamaktadır. Dünyanın bu biçimde algılanması organik toplumlardaki doğa ve toplum algılarını da şekillendirmiştir. Organik toplumlarda, doğa yalnızca içinde yaşanılan mekan değildir, organik toplumların gözünde doğa “kehanetleri ile bilgi veren, kamuflajıyla güvenliğini sağlayan, kırık dallar ve ayak izleriyle sır veren mesajlar bırakan, rüzgarın sesinden uyarılar fısıldayan onu bitki ve hayvanda armağanlarıyla besleyen ve sayısız işlevi ve öğütleri topluluğun haklar ve ödevler ağına alınan bir katılımcıdır.” Doğanın topluluğun katılımcı bir parçası olarak görülmesi, doğanın toplumsallığının da göstergesidir. Doğanın toplumsallığını, organik toplumların dillerinde arayan Bookchin tahakkümün olmadığını şu örnekleri verir: Bookchin, eşitlik, özgürlük gibi kavramların organik toplumların dillerinde  karşılıklarının bulunmaması bu toplumların bu kelimelere ihtiyaç duymadığının göstergesidir, der. Verdiği başka örneklere bakarsak, organik toplumlarda, modern dillerde baskıyı ifade eden kelimeler, dayanışmayı ifade etmek için kullanılmıştır. Bookchin’in bu konuya dair verdiği ilgi çekici örneklerden biri şefin halkını yönetmediği, onlarla birlikte durduğu örneğidir. Ne var ki, Bookchin’e göre, hiyerarşi bir biçimde organik toplumlarda var olmuştur. Bunu da toplumsal cinsiyet iş bölümüyle açıklamıştır. İnsanın doğaya hükmetme nosyonu, insanın insan üzerindeki, daha erken dönemlerde de erkeğin kadın; yaşlının genç üzerindeki ve en son da devletin toplum üzerindeki tahakkümünden kaynaklanmaktadır. Bookchin‟e göre, erkek medeniyetinin kurumsal olarak ulaştığı en yüksek nokta, devlettir. Bu noktada Bookchin, bugüne kadar  yapılan birçok antropolojik çalışma, bu durumun temel nedeni olarak erkeğin fiziksel olarak daha güçlü olması, ya da kadınların analitik düşünceye yatkın olmamaları gibi açıklamaları eleştirmekte ve bunu kadına yönelik erkek önyargılarına bağlamaktadır. Ona göre, kadın ile erkek arasında işbölümü ayırımının temelinde,: insan türünün çocuklarına daha fazla ilgiye ihtiyaç duyması, bu ilginin çocuklara en yakın anne tarafından sağlanması yatmaktadır. Ona göre, “bu akılcılık, cinsel işbölümüne bağlı olarak erkeğin alanı haline gelmiş sivil alanı ev içi alanın karşısına yerleştirerek toplumsal iktidarın kurumsallaşmasının yolunu açmaktadır.” Bunların  yanından örneğin; bir din adamının tahtını daha sağlam yapmak için, doğal olan güçleri doğa üstü gösterip, iktidarını sağlamlaştırmak istemiştir. Böylece hiyerarşi toplumda kendini göstermeye başlar. Bundan sonraysa insan bütün iktidarı ele almak için hem kendisiyle hem doğayla savaşmıştır. İnsan doğayı kendi iktidarına almaya çalışmasıyla zirve yapmıştır.

Hiyerarşik Toplumlardan Sınıflı Toplumlara

Bookchin’e göre hiyerarşik toplumlardan sınıflı toplumlara geçişte maddi ve öznel kayma olmak üzere iki düzeyde gerçekleşmiştir. Maddi kayma: şehrin, devletin, otoriter bir tekniğin ve örgütlü bir piyasa ekonomisinin gelişimiyle kendini göstermektedir. Öznel kaymalar ise baskıcı değerler etrafında kendini gösterir. Hiyerarşi ortaya çıktıktan sonra, öznel kayma olarak adlandırdığımız hakimiyet epistemolojilerinin gelişmesiyle kurumsallaşmaktadır.

Bookchin’e göre, hiyerarşik toplumdan sınıflı topluma geçişin iki düzeyinden biri olarak formüle edilen maddi düzeyde şehrin ortaya çıkışı özellikle belirleyici olmuştur. Kentler, kan yemini ile birbiriyle ve doğa ile bağımlı ilişkilerin yerine, toprağa bağlı ve zaman içerisinde ekonomik çıkarların atalık özelliklerinin yerini alacağı mekanlar olarak ortaya çıkmıştır. Kentin yarattığı geniş toplumsal düzenleme, beraberinde kabile ve erken dönem köy yaşamının derinlerinde yatan kimi önemli özelliklerin terk edilmesini getirdi. Toprağın ve doğal kaynakların kollektif mülkiyetinin yerini özel mülkiyet aldı. Bu kaynakların mülkiyetine dayalı ve işlenmesine dayalı kategoriler olarak sınıflar, statüye dayalı geleneksel hiyerarşilerin içinden çıkarak ekonomik hiyerarşiler biçimini aldılar; böylece kölelerle efendiler, Roma özelinde pleblerle particiler, serflerle lordlar ve son olarak da proleterle kapitalistler karşı karşıya geldiler. Karl Marx’ın “Komünist Manifesto” da belirttiği gibi: Günümüze kadarki bütün toplumların tarihi sınıf savaşları tarihidir. Ezen ve ezilen sürekli karşı karşıya gelmişlerdir.

Bookchin kapitalizmin öznel düzey üzerindeki etkisini şu şekilde özetler: “tarihte ilk defa rekabete “sağlıklı”, ticarete “serbest”, bir şey olarak bakılıyor, biriktirme “tutumluluğun”, bencillik ise kamu yararının hizmetinde olan “gizli bir el” gibi işleyen öz çıkarın belirtisi sayılıyordu. “Sağlık”, “serbestlik”, “tutumluluk” ve “kamu yararı” kavramları yalnızca doğanın değil, insanın da sınırsız bir yayılmaya ve sorumsuz yağmaya maruz bırakılmasının bahanesi oldular.” Bookchin, yaşamın devamı için kapitalizm ve tahakkümün sona erdirilmesinin elzem olduğu görüşündedir. Onun perspektifinden yaklaşıldığında, tarih tahakküm mirasını içerdiği gibi, özgürlük mirasını da içermektedir. Bu özgürlük mirası tekrardan ulaşabilmek için kapitalist düşünce sisteminden kurtulmak gerekmektedir. Çünkü kapitalist sistemin ideolojisi olan liberalizmin temel hedefi insanlara sahte özgürlükler verip, insanları tahakküm altında tutmaktır.

Bookchin, kurulacak bir ekolojik toplumu, hiyerarşi ve tahakkümün bütün şekillerinin, sınıflar ve mülkiyetin ortadan kaldırıldığı, kentlerin eko-topluluklara ayrıldığı, bu eko-toplulukların içinde yer aldıkları ekosistemlere uygun biçimde yaşadığı, teknolojinin kirlenme yaratmayacak şekilde ve yerel enerji kaynaklarından yararlanılacak şekilde düzenlendiği, sağlıklı bir yaşamı destekleyen yeni bir ihtiyaç anlayışının yerleştiği ve son olarak, insanların değil, şeylerin yönetildiği, bilincin ve yaşam tarzının tümden farklılaştığı bir toplum olarak tarif etmektedir. Bu şekilde tasarlanmış bir ekolojik toplumun inşasında, değişimin nasıl gerçekleştiği de Bookchin için önemlidir. Ona göre, bu değişim, bir doğal kendiliğindenlik olarak kendini göstermelidir. Zira, tarihte zorlama yoluyla yapılan tüm toplumsal değişimler, eğitimli ve bilgili bir halk tarafından desteklenmediği için kendi içlerindeki en idealist ve hümanist değerlerini yok etmişlerdir.  Böyle bakıldığında Bookchin, toplumsal değişmenin önündeki ilk engel olarak iradelerini halkın kendiliğinden hareketlerine ikame eden liderleri gösterir. Ona göre, toplumsal değişime ulaşmak için yaşam tarzlarının dönüşümü zorunludur ki bu ancak siyasetin yeni bir formülasyonu ile mümkün olacaktır. Bu değişimin toplumsal yaşamın örgütlenişine olan yansıması ise kendini özgürlükçü yerel yönetimlerden oluşmuş konfederalizm olarak kendini göstermektedir. Bu çerçevede, tarihe içkin özgürlük mirasının kendiliğinden açığa çıkmasının yollarını incelemenin de toplumsal ekolojinin kendisine biçtiği görevlerden biri olduğu ileri sürülebilir.

Özgürlükçü Yerel Yönetimler ve Konfederalizm Doğru

Doğal toplumların, doğa ile kurdukları bütünlük ilişkisinin bozulmasının yansıdığı mekan olarak kentler, aynı zamanda Bookchin için, insanlara özgü toplumsal yaşamın özgürlük mirasının da yaratıldığı mekanlar olarak kendilerini göstermişlerdir. Kent ve kentleşme kavramları arasında ayrım yapan Bookchin için kent, siyasetin ve yaşamın mekanı, yurttaş figürü eliyle katılımın mekanı; kentleşme ise, yurttaşın karar alma mekanizmalarından uzaklaşmasıyla tarih sahnesindeki yerini alan bir süreçtir. Başka bir ifadeyle, ekolojik krizin göstergelerinden birini oluşturan kentleşme olgusundan kavram olarak kenti ayıran Bookchin’in amacı, ekolojik toplumun yaratılacağı mekanlar olarak, yurttaşlık kavramının mekanı olan kentler tasarlayabilmektir. Bu çerçevede, ekolojik düşünceye verilen en büyük görev, ekolojik içerikli bir kent sakinliği kavramının geliştirilmesidir.

Tarih içerisinde kentler, çeşitli biçimlerde “bir ayin merkezi,(tapınak kent), bir yönetim merkezi(saray kent), bir yurttaş kardeşliği (polis) ve bir lonca kenti (Ortaçağ Komünü)” olarak boy göstermişlerdir.

Bookchin için Antik Yunan’daki yurttaşlık idealini oluşturan en önemli kavramı kendini geliştirme anlamına gelen paideadır. “Paidea, bireye kişisel ve politik eğitiminin verildiği bir okuldu; bu eğitim, aklın bağımsızlığına dayanmakta, ve bireye bir ortak yaşam sorumluluğu ve derin bir kişisel sorumluluk duygusu katmaktaydı.” Bir başka ifade ile, Padeia, bireyin yaşamının tamamını kapsayan bir eğitim sistemiydi. Padeia’nın siyasal alanın inşasında oynadığı rol de, burada kendini göstermekteydi. Bookchin’e göre, polisin yalnızca değerli bir amaç değil, aynı zamanda yurttaşın en yüksek erdemlerini şekillendirdiği bir okul olarak algılanması, siyasetin idari işlerin ötesinde, yurttaşların toplum çıkarlarına uygun bir şekilde eğitilmesini de kapsadığının işaretidir.

Bu eğitim, Aristotelesçi politik bir hayvan olarak insan tasavvuruna da paralel bir şekilde, insan yaşamının anlamlı hale getiren yurttaş’ı karşımıza çıkarmaktadır. Bookchin’e göre, kent yaşamının belirgin öğesi yurttaş, kendi gelişiminin bir parçası olarak gördüğü polisi ‘en iyi yaşamın’ ifadesi olarak görmektedir. Bu karşılıklı bağımlılık ve bütüncüllük yaklaşımının en organik göstergesidir. Zira Atina demokrasisinin en önemli unsurunu, topluluğun yararına olanın kendi yararına olandan ayrılmadığı bir yurttaşlık fikri ve bununla bağlantılı kardeşlik duygusu oluşturur. Bu kardeşlik bağının sadece özgür erkekler için geçerli bir bağ olduğunun bilincinde olan Bookchin, bu dönemin siyasal alanının niteliksel özelliklerinin, katılıma ilişkin açılımlarından daha önemli olduğuna işaret eder.

Bu çerçevede, iyi yaşamın aracı olarak politika anlayışı, toplumsal ekoloji düşüncesinin başat temalarından birini oluşturmaktadır. Toplumsal ekolojistlere göre, günümüzde siyaset ve yurttaşlık, devlet idaresi ve seçmen anlamına gelmektedir. Politikanın bu hale getirilişinde sorumluluğu ulus devletin gelişiminde bulan Bookchin, ulus devletin ortaya çıkışıyla birlikte, yurttaş kavramının giderek seçmen ya da vergi mükellefi olarak algılanmaya başlandığını vurgular. Ulus devlet öncesinde oluşan tüm yapılarda, siyasetin toplumsal yaşam biçimlerini kendi tabanı olarak algılanmasına karşılık, yurttaşlık, temsili demokrasi eliyle anlam kaybına uğramıştır.

Bu noktada, Bookchin, çekirdeğini yurttaşın oluşturduğu politikayı yeniden yaratmayı önermektedir. Siyasal alanın, siyasal kitleler için yaşamsal hale gelmesi “kendi kendini yöneten bir varlık olarak yurttaşın çabaları ile mümkündür.” Ona göre partiler, örgütlü bir şekilde oluşturulmuş hiyerarşik yapılarıyla politikanın aracı olamazlar çünkü partilerin kökleri yurttaş kitlesine değil, devlete dayanmaktadır. Partiler de, devletler gibi inorganik varlıklardır ve onların temel yönelimlerinin ardında yatan iktidar ve seferberliğe yönelik bir duyarlılıktır. Buna karşılık, Bookchin’e göre, siyaset, insanlığın gerçekleştirdiği bir etkinlik olması dolayısıyla organik bir fenomendir. “Bir etkinlik olarak ele alınan politika, akılcı bir görüş alış verişini, kamunun güçlendirilmesini, pratik zekanın uygulamaya geçirilmesini kapsar; politikanın gerçekleştirilmesi, ortak katılımcı bir çabanın sonucudur. Siyasal alan, bireyin kişisel gereksinimlerinin ve ailesinin ötesine geçen toplumsal bir alan olmasına rağmen, özel yaşamın bir parçası olan dostluk, bağlılık ve sorumluluk duygusu, bu alanda da korunur.”

Sonuç

Bookchin için, yerel yönetimler özgürlüğü, politik özgürlüğün tabanını oluşturmaktadır; politik özgürlük ise, bireysel özgürlüğün tabanında yer almaktadır. Dolayısıyla özgür, elinde kendi kaderini tayin etme hakkı bulunan ve etkin yurttaşlar etrafında yapılandırılmış yeni katılımcı politikanın ortaya çıkışı yerel yönetimlere bağlıdır. Zira merkezi bir devlet, kurumsallaşmış tahakküm ve hiyerarşi biçimlerine karşı olan toplumsal ekolojistler için bir yönetim aracı olarak ortaya çıkamaz. Bookchin, adem-i merkeziyetçiliğe, ekolojik toplumun inşasında başat bir yer tanırken, bu türden bir yönetimin ancak ve ancak Antik Yunan idealindeki yurttaş kavrayışıyla mümkün olacağı iddiasındadır. Bu iddia en temelde toplumsal yaşam içinde politikanın kendini gerçekleştirmenin bir aracı olarak algılanmasına dayanır. Ne var ki, Bookchin, toplumsal ekolojinin temel ilkeleri ekseninde önerdiği tek şeyin, adem-i merkeziyetçilik olmadığının altını ısrarla çizer. “Yalnızca politikanın devlet idaresinden kesin olarak ayrılması yetmez; aynı zamanda politika oluşturulmasının bu politikanın yürürlüğe konmasından, yani idareden de ayırt edilmesi gerekir.”

Bookchin’in kavramsallaştırmasında, yerel yönetimler, yurttaşın varlığı eliyle kararların alındığı asıl merci olarak halk meclisleridir. Toplumsal ekoloji, temel karar-alıcı mekanizma olarak ve doğrudan demokrasinin asli uygulama sahnesi olarak, bir topluluk meclisleri ağı tasavvur etmektedir. Toplumsal ekolojinin tasavvurunda, katılımcı, doğrudan demokrasinin alanı olarak değerlendirilen bu meclisler, önlerindeki meseleleri tartışmak ve karara bağlamak üzere düzenli aralıklarla toplanan yerel bir alanın (şehirlerde mahalleler düzeyinde, ve kırsal alanlarda kasaba/köy düzeyinde )tüm sakinlerini kapsamalıdır. Toplumsal ekolojistlerin meclis yönetimlerine yaptıkları vurgunun temelinde onlara göre iki belirgin sebep vardır. Bu sebeplerden ilki, yerel meclisin, doğrudan katılımcı demokrasinin uygulanması ve güç farklılıkları ile yeni hiyerarşi biçimlerinin yeniden ortaya çıkmasının engellenmesi için en erişilebilir olan forum olarak tasavvur edilmesidir. Bu durum meclisin temsiliyete değil, topluluğun tüm üyelerine yani doğrudan katılıma dayanmasından kaynaklanır. İkinci sebep ise, halk meclisinin, toplumsal meselelerde, ekonomik, sosyolojik ve ekolojik kaygılar arasındaki sayısız karşılıklı bağlantıyı fark eden, bütünlükçü [holistic] bir yaklaşımı cesaretlendirmesidir. Bu bütünsellik yaklaşımı politikanın yeniden tanımlanması  ile mümkündür.

Özgürlükçü yerel yönetimlerin ekolojik topluma giden yolda taşıdığı bir diğer anlam ise, yerel ve bölgesel varlıkların kullanımının eko-teknolojilerin uygulanmasının ve tüketimin toplumsal ihtiyaçlar temelli bir çizgide yeniden inşasının olanaklarını yaratabilecek potansiyele sahip olmasıdır. Ekonominin düzenleniş açısından, Bookchin’e göre karşımıza çıkacak ilk sorun alanı mülkiyettir. Bookchin, bu noktada, mülkiyetin işçi kooperatifleri ya da devlete ait olduğu toplumları eleştirerek, mülkiyetin belediyelere verilmesi gerektiğini söyler. Bu bağlamda, toplumsal ekolojinin perspektifinde özgürlükçü yerel yönetimlerde ekonominin nasıl düzenleneceği de önem taşır. Toplumsal ekolojistler, ekonominin ahlaki yönetimini gerekliliğine işaret ederler. Burada ahlaki ekonomiden anlaşılması gereken, tüm topluluğun, üretime ve tüketime ilişkin kararlar alınması konusunda yetkili olmasıdır.

Üretimin genel hatları meclis düzeyinde belirlenirken, üretim pratikte yine komünal katılımcı ve demokratik temellerde işleyen daha küçük kolektif yapılarda gerçekleştirilmelidir. Dolayısıyla toplumsal ekolojistler için, ekonomik yaşamın büyük bir kısmı, iş arkadaşları, ev arkadaşları ve komşularla doğrudan işbirliği içerisinde daha küçük kolektiflerde yerine getirilirken, komünal ekonomik yönelimin kapsamlı meseleleri tüm topluluğun dahil olduğu meclis tarafından yönlendirilecektir.

İyi yaşamın peşindeki, çok yönlü yurttaşlardan oluşan halk meclisleri biçiminde tasarlanan yerel yönetimlerin, Bookchin’in ve diğer toplumsal ekolojistlerin izole yerleşimler olarak formüle etmekten özellikle kaçındığını da belirtmek gerekir. Özgürlükçü yerel yönetimler, karşılıklı bağımlılıkları yadsımayan konfederasyon biçiminde yapılandırılmış bir toplumsal yapının içinde tasavvur edilir. Bu konfederatif yapılarda izlenecek politikaların belirlenmesinde, yetkili merci konumu yerel halk meclislerine verilirken, idare ve koordinasyonun konfedere meclislerin yetkilerini oluşturması, Bookchin’in önemsediği doğrudan demokrasi idealini gerçekleştirmenin bir aracı olarak ileri sürülür. Konfederasyonda, yerleşimlerin karşılıklı olarak birbirlerine bağımlı olmaları, ortak kaynaklara sahip olmaları, onların karşılıklı güven ilişkisi içinde hareket etmelerinin zeminini oluşturmaktadır. Dahası, bu karşılıklı bağımlılık duygusu, Bookchin’e göre, konfederasyonun dışa kapalı dar ve şovenist yapılar oluşturmalarının önüne geçecektir. Bookchin için konfederasyon, paylaşılan sorumluluğa, konfedere meclislere üye olanların kendi yerleşimlerine karşı sorumluluklarına ve yapılacak işlerin nasıl yapılacağının önceden yerel halk meclislerinde alınmış kararlara bağlı olmasına dayanmaktadır.

Teknolojik gelişmeler sadece eko-teknolojilerin geliştirilmesi anlamında değil; aynı zamanda siyasetin kendini gerçekleştirmenin bir aracı olarak algılanmasıyla bağlantılı olarak da önem taşımaktadır. Toplumsal ekolojinin öne sürdüğü özgürlükçü yerel yönetimler anlayışının temelinde yatan yurttaşlık kavramı, bireyin toplumun tümünü ilgilendirecek kararlar üzerine düşünecek ve kendisini geliştirecek boş zamana sahip olmasıyla ortaya çıkacak bir kavrayıştır. Dolayısıyla, bu tür bir yurttaşın varlığını sağlayacak maddi zemini yaratacak teknolojik gelişme, toplumsal ekoloji tarafından yadsınmadığı gibi, ekolojik bir toplumun varlığını borçlu olacağı bir zemin olarak kabul edilmektedir.

Toplumsal ekoloji açlık ve yoksunluk değil bir bolluk ekolojisidir; içinde atıklar ve şüphesiz üretim fazlasının yeni bireysel değerler tarafından kontrol edildiği rasyonel bir toplumun yaratılması için çabalar ve eğer rasyonel olmayan bir davranışın sonucu olarak kıtlık ortaya çıkarsa, halk meclisleri tüketim standartlarını oluşturacaktır.

Bookchin yerel odaklı bir sosyal yapının bugünden yarına gerçekleşemeyeceği düşüncesi de, geçiş dönemi için katılım esaslı özgürlükçü kurumlar yaratılması fikrini ortaya çıkarmaktadır. İnsanların yüz yüze bir demokratik toplumu asla kendi kendilerine başaramayacak oluşları gerçeği, bunun için mücadele edecek dirayetli bir hareketi gerekli kılmaktadır ki, bu noktada en önemli rol, liberter belediyeler olarak isimlendirilen yapılanmalara düşmektedir. Bookchin, ademimerkeziyet esasına dayanan ekolojik toplumun yaratılması sürecinde, liberter belediyecilik olarak adlandırdığı yaklaşımın uzantısı olan şu ilkeleri öne sürmektedir: Halk meclislerinin oluşturulması, Meclislerin konfederasyonlaşması, Gerçek yurttaşlığın okulu olarak komünal ve konfederal siyasetin yapılanması son olarakta mülkiyetin yerel yönetimlere devredilmesi yoluyla yerel toplulukların ekonomik yetkiyi ellerine alması. Bu yapılanma içerisinde, yerel konfederasyonlardan bölgesel konfederasyonlar, sonrasında da ulusal ve kıtasal konfederasyonlar ortaya çıkmalıdır. Ancak bu sistemde, güç her zaman halk meclislerinde bulunmalı ve verilecek nihai kararlar, daima aşağıdan yukarıya doğru alınmalıdır. Hiyerarşinin yerini karşılıklı bağımlılık alacak ve beraber çalışma bakım, işbirliği, güvenlik ve sevgi gibi derinden hissedilen biyolojik ihtiyaçları karşılayan organik bir özün varlığını ifade edecektir. Artık özgürlük doğanın, bireysellik toplumun, seçme zorunluluğun, kişilik toplumsal bütünlük gereksinimlerinin karşısına yerleştirilemeyecektir. Liberalizmin sahte özgürlük karşısında gerçek özgürlük ve gerçek halk yönetimi geçecektir.

 

*************************************

 

Yararlanılan Kaynaklar

  • Bookchin, M. Ekolojik Bir Topluma Doğru
  • Bookchin, M. İleri Kapitalizm Döneminde Radikal Politika
  • Bookchin, M., Kentsiz Kentleşme Yurttaşlığın Yükselişi Ve Çöküşü
  • Bookchin, M. Özgürlüğün Ekolojisi Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı Ve Çözülüşü
  • Bookchin, M. Toplumsal Anarşizm mi? Yaşam Tarzı Anarşizm mi?
  • Bookchin, M. Toplumsal Ekolojinin Felsefesi Diyalektik Doğacılık Üzerine Denemeler
  • Bookchin, M. Toplumu Yeniden Kurmak
  • Corcuff, P. Siyasetin Büyük Düşünürleri
  • Kroptkin, P. Karşılıklı Yardımlaşma
  • Öcalan A. Demokratik Uygarlık Manifestosu
  • Öcalan A. Demokratik Konfederalizm
  • Öcalan A. Sosyal Devrim ve Yeni Yaşam
  • Staudenmaier, P. Faşist Ekolojinin Tarihsel Kökenleri
  • Zerzan, J., Gelecekteki İlkel

Yazılarınız için [email protected] e-posta adresine e-posta gönderebilirsiniz