ENKİ’lere Karşı İNANNA’ların Büyüyen Mücadelesi

Kadının özgür ve bilge olduğu dönemlerde, sinsi Enki, İnannanın elindeki MEleri yani kadının elde ettiği bilgi birikimini almak için her türlü kurnazlığa ve oyuna başvurur. Ancak, İnannanın uzun süren mücadelesine rağmen, elindeki MEler, yaptığı hileler sonucunda Enkinin eline geçer. Aslında bu gerçeklik bize erkek aklının her dönem kadınların bedeli ağır mücadeleler sonrasında kazandığı özgürlükleri elinden almak için sinsiliğe başvurabileceğini göstermektedir.

Uygarlık tarihi boyunca yaşanan tüm sömürü biçimlerinin, eşitsizliklerin, militarizmin ve faşizmin kadının köleleştirilmesi fikriyatı üzerinden geliştiğini biliyoruz. Kapitalist modernite ve onun örgütlenme ayağı olan ulus-devlet yapısı da kadının özgürleşmesiyle bütün toplumun özgürleşeceği gerçeği temelinde, kadınlara karşı her türlü baskı ve zor aygıtını kullanmış, kendini kadın bedeninin ve emeğinin sömürüsü üzerinden sürekli var etmeye çalışmıştır. İnsanlık tarihi ötekileştirme, hiçleştirilme, şiddet ve katliam dâhil kadınlara yönelik birçok işkence ve zorbalığa şahitlik etmiştir. Tarihin Cadı Avı’ dediğimiz karanlık döneminde, kadınların elindeki bilgiyi almak ve onları dört duvar arasına kapatmak için her türlü kötülüğe başvurulmuş, milyonlarca bilge kadın işkenceye maruz bırakılmış ve hatta diri diri yakılmıştır. 

Yakın zamanda da DAİŞ tarafından 2014 yılında Êzidî halkı; 73. Ferman ile soykırımdan  geçirilmiş, sözde hukuk savunuculuğu yapan erkek egemen iktidarların gözü önünde binlerce kadın kaçırılmış, tecavüze uğramış ve köle pazarlarında satılmıştır. Sadece ulaşılabilen verilere göre katliamın ilk üç gününde 7.500den fazla insan katledilmiş, 10.000in üzerinde kadın ve çocuk kaçırılmış, 300.000in üzerinde insan da yerlerinden edilmiştir. Ne yazık ki binlerce kadının akıbeti ise hâlâ bilinmemektedir. Tarihin kara sayfalarına geçen bu katliam hâlâ hafızalarımızda tüm canlılığıyla kendisini hissettirirken, şimdi de Afganistan’daki Taliban yönetimi tarafından tüm dünyanın gözleri önünde kadınlara her türlü şiddet ve baskı uygulanmaktadır..

Erkek egemen devletler kendilerini var etmek için sistematik bir şekilde kadınlara saldırmaya devam ediyor. Kadının toplum üzerindeki değiştiren gücünden ve öncülük ettikleri özgürleşmeden fazlasıyla korkan erkek egemen iktidarlar; varlıklarını devam ettirmek için toplumları kutuplaştırmaya, ayrıştırmaya devam etmektedir. Dolayısıyla toplumların birbirleriyle ortaklaşmaması için şovenizmi, milliyetçiliği ve cinsiyetçiliği yaymaktadır. Özellikle son dönemde Türkiyede erkek iktidar, kadınlara karşı saldırılarını sürekli arttırmakta, kadınları özgürlük mücadelesinden alıkoymak ve kadın bedeni üzerinden ahlaki-politik toplumu çökertmek amacıyla özel savaş aygıtını pratikleştirmektedir. Bu özel savaşın en yaygın uygulaması olarak da kadınları çeteler eliyle fuhuşa sürükleyen sistematik uygulamalar gelmektedir. 

Bu çetelerin içinde kamu kurumlarında çalışan birçok üniformalı kişi vardır. Bu kişiler deşifre edilmelerine rağmen asla yargılanmazlar ve sistemin koruması altında oldukları bilinciyle bana bir şey olmazderler. Yaptıkları ahlaksızlıklara rağmen; beni nereye şikâyet edersen et, bana bir şey olmazdiyenlere hiçbir şeyin olmadığına ve hatta bu kişileri eleştiren kişilerin yargılandığı olaylara çokça şahit oluyoruz. Çünkü erkek yargı var gücüyle bu ahlaksızları koruduğu için bu kişilere dokunulmuyor. Hatta öyle bir koruma kalkanı oluşturuluyor ki suçlu oldukları kesin ispat edilmesine ve hukuken ceza almış olmalarına rağmen dışarda rahatça gezebiliyorlar. İpek Er olayında hepimiz Musa Orhan’ın erkek yargı tarafından nasıl korunduğunu, ceza almasına rağmen elini kolunu sallayıp pişkin pişkin gezdiğini, onu eleştiren Ezgi Molaya dava açıldığını ve erkek yargının Ezgi Molayı hakaretten yargıladığını gördük. Ezgi Mola’nın yaşadıkları kadınların sistematik yaşadıklarından sadece birine örnektir.

Bir yandan kadın bedeni üzerinden toplum çökertilmeye çalışılırken, diğer taraftan uygulanan politikalar ve kullanılan dil ile kadınlara yönelik şiddet daha da tırmandırılarak kadınların her gün katledilmesine zemin hazırlanıyor. Eril zihniyetin yürüttüğü kadın düşmanı politikalar sonucunda kadınlar yaşamları boyunca çok çeşitli şiddet biçimleriyle karşı karşıya kalıyorlar. Bu şiddetin en yaygın olanı da kutsal olarak dayatılan ve sürekli yüceltilen aile ortamında, yani aile içinde yaşanmaktadır. Dayak, hakaret, cinsel istismar ve evlilik içi tecavüz; aile içi şiddetin sadece birkaç türüdür. İstatistiki verilere göre her üç kadından en az biri hayatlarının bir noktasında dayak yemiş,  tecavüze uğramış ve bunu yapanlar da genellikle ya kendi ailesinden ya da tanıdığı biri olmuştur. Avrupa Konseyi raporlarına göre 16-44 yaş arası kadınların ölüm ve sakatlanmalarının ana sebebi aile içi şiddettir.

Peki kadınlar bu şekilde her gün katledilirken ve her türlü işkenceye maruz kalırken erkek devlet ne yapıyor? Kadınları şiddetten koruyan politikalar mı üretiyor? Tabi ki hayır; hatta kadınların büyük bedeller ödeyerek, mücadeleyle kazandıkları haklarına saldırıp bu hakları elinden almak için her türlü kötülüğe, şiddete ve sinsiliğe başvurmaya devam ediyor. En son kadınların büyük mücadelesi sonucunda imzalanan Kadınlara Yönelik Şiddet, Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinden, daha yaygın bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesinden cumhurbaşkanın kararıyla Türkiyenin bir gece ansızın çekildiğini duyduk. Elbette tek kişinin yönettiği ve karar verdiği “tek adam rejimlerinde” bir kişinin keyfine göre bu kararlar bir gece ansızın çıkabiliyor.

İstanbul Sözleşmesi, kadınları her türlü şiddetten koruyan, şiddetin asıl sebebinin kadın erkek eşitsizliğine dayandığını belirten ve bu eşitsizliğin ortadan kaldırılması için imzacı devletlere sorumluluklar yükleyen önemli bir sözleşmedir. Tek adam rejmi, İstanbul Sözleşmesinden çekilmesinin sebebi olarak; aileyi parçaladığını, eşcinsel yönelimi arttırdığını belirtip gerçek dışı söylemlerle toplumu manipüle ederek, sözleşmeden ayrılmayı meşrulaştırılmaya çalıştı. Oysa toplum, kadınların bu sözleşmenin önemini her yerde ve her alanda anlatmasıyla asıl sebebin bu olmadığını çok iyi biliyor.

Kadınlar alanlara dökülerek, hukuka tamamıyla aykırı olan bu çekilme kararını asla kabul etmeyeceklerini belirtmiş ve yargı yoluna başvurmuştur. Maalesef, yargının ve hatta birçok kurumun siyasallaştığı böylesi bir dönemde Danıştaya açılan davada karar, kadınların tüm karşı duruşuna rağmen onaylanmıştır. Gerekçeli kararda temel insan hakları sözleşmelerinden Cumhurbaşkanı kararı ile çıkılamayacağının Anayasanın 104/17 maddesinde güvence altına alındığı; ancak İstanbul Sözleşmesinin temel insan hakları sözleşmelerinden olmadığı, iç hukukun yeterli olduğu belirtilmiş ve imzanın çekilme kararı hukuken de meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

Kaldı ki sözleşme insan hakları bağlamında, kadına yönelik şiddeti hak ihlali olarak tanımlayan ilk hukuk metnidir. Özünde, giriş bölümü tüm insan hakları metinlerinin referans alınması ile hazırlanmıştır. Maalesef, ‘kadınlara, çocuklara, LGBTİ+lara, engellilere, yaşlılara ve göçmenlere yönelik şiddeti önle, mağduru koru, faili kovuştur, şiddetle mücadele için bütüncül politikalar oluştur’ diyerek devletlere yükümlülük getiren sözleşme Danıştay tarafından insan hakları metni sayılmamış ve iktidarın aldığı hukuksuz karara hukuksal bir kılıf giydirilmeye çalışılmıştır. 

Kısacası, günde en az üç kadının katledildiği ve bir o kadar kadının da şüpheli ölüm kaydıyla dosyasının kapatıldığı bu ülkede, yaşam hakkı kadınların hayatı söz konusu olduğu için temel haklar arasına girememiştir. Elbette kadınlar bu hukuksuz kararı tanımayacak, İstanbul Sözleşmesinden de, haklarından da, hayatlarından da vazgeçmeyecek bu uğurda sonuna kadar mücadele etmeye devam edeceklerdir.

Bir yandan kadınlar nezdinde herhangi bir itibar ve destek görmeyen belirli düzenlemelerle bizler şiddeti ve kadın cinayetlerini durdurmak için her türlü girişimde bulunuyoruzmesajı vererek kadınların gözünü boyamaya çalışan iktidar, diğer taraftan aldığı veya almaya çalıştığı hukuksuz kararlarla kadın düşmanı politikalarına sürekli yenisini eklemeye devam etmektedir. İktidarın, 6284 sayılı yasayı ve çocuk cinsel istismar yasasını düzenleyen TCK 103te de değişiklik yapmayı planladığı ve bunun için toplumun hazır olduğunu düşündüğü bir zamanı beklediği hepimizce bilinmektedir. AKP-MHP erkek iktidarının, söylemleri ve uyguladıkları politikalarla kendine koşulsuz biat eden bir toplum oluşturmak için kadın üzerinden tüm toplumun yapısını değiştirmeye çalıştığını muhafazakârlık adı altında kadının alanlarda olmadığı, ev içine hapsedildiği ve erkeğe hizmet ettiği bir yaşam modeli oluşturmak için büyük bir gayret ettiğini net bir şekilde görmekteyiz. 

Bugünkü iktidar ‘kadın dediğin üç çocuk doğurur, kadın ile erkek eşit olur mu, fıtrata ters, kadın dediğin eşine hizmet eder, kadın dediğin iffetli olur, kadın mıdır, kız mıdır belli değil’ gibi birçok söylemle toplumun kadına yönelik bakış açısını yozlaştırmış, nefret söylemini beslemiş, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirmiş ve var olan şiddetin daha da artmasına neden olmuştur. Bununla da yetinmeyen iktidar, bu politikalara karşı çıkan ve demokratik siyaset yürüten kadınlara saldırarak kadın milletvekillerini, belediye eş başkanlarını, meclis üyelerini tutuklayarak siyasette kadının yer almaması için her türlü kirli politikalarını uygulamıştır. Özellikle belediyelere kayyım atayarak halkın iradesini gasp etme hakkını kendinde bulmuş, kadın kurumlarını kapatmış, kadın platformlarını ve derneklerini kapatmak için yargı tacizine başvurmuştur.

Erkek egemen zihniyet ve onun temsilcilerinden olan tek adam rejimi, Aysel Tuğluk ve onun şahsında yüzlerce hasta tutsağın çok ağır hasta olmasına rağmen cezaevlerinde kalmalarına ve işkence görmelerine göz yummuş, bunu bir devlet politikası haline getirmiştir. Dahası, ses çıkaran, hakkını isteyen herkesi göz altılarla, tutuklamalarla susturmaya çalışmış; cezaevlerinde işkencelerin, ölümlerin artmasına neden olmuş ve ülkenin tamamını büyük bir cezaevine dönüştürmüştür. Temel politikası ‘korku iklimini yay, toplumu pasifize et, emeği sömür, kadınların alanlara dökülmesini engelle, kazanımlarına saldır, kaosu büyüt ve herkese biat ettirerek toplumu istediğin gibi yönet’ şeklindedir. Aynı zamanda bu baskılardan kaynaklı, artık saklanamayacak şekilde ayyuka çıkan yönetememe krizini örtbas etmek için de sınır ötesi operasyonlara başvurmuş, ülkeyi ekonomik olarak iflasın eşiğine getirmiştir. Toplumun ve özellikle kadınların açlık sınırının altında, esnek ve güvencesiz bir şekilde çalışmasına daha da yoksullaşmasına neden olmuştur. 

Sinsi ENKİ’lere karşı mücadele büyüyerek devam ediyor…

İnsanlık tarihi, bütün bu ötekileştirmelere, hiçleştirmelere ve her türlü zorun kullanılmasına rağmen, kadınların erkek egemen iktidarlara karşı yılmadan verdiği tarihsel mücadeleye de tanıklık etmiştir. Ancak, kadın hareketi örgütlenip güçlendikçe, erkek egemen iktidarlar, kadınları mücadelelerinden ve özgürlüklerinden alıkoymak için bütün zor aygıtlarını devreye koyarak kadınlara daha fazla saldırmışlardır. Aslında, mitolojiden hepimizin bildiği  gerçeklik, her dönem kadınlar tarafından tekrar tekrar yaşanmaktadır. Kadının özgür ve bilge olduğu dönemlerde, sinsi Enki, İnannanın elindeki MEleri yani kadının elde ettiği bilgi birikimini almak için her türlü kurnazlığa ve oyuna başvurur. Ancak, İnannanın uzun süren mücadelesine rağmen, elindeki MEler, yaptığı hileler sonucunda Enkinin eline geçer. Aslında bu gerçeklik bize erkek aklının her dönem kadınların bedeli ağır mücadeleler sonrasında kazandığı özgürlükleri elinden almak için sinsiliğe başvurabileceğini göstermektedir. Oysa kadınlar artık Enkinin sinsi oyunlarının farkındalığıyla dünyanın her yerinde eril zihniyetin çaldığı ya da değiştirdiği tarihini, gasp edilen bütün haklarını geri almak için ortaklaşarak, örgütlenerek ve büyüyerek erkek aklıyla mücadele etmektedir. Şu an ki döneme baktığımızda “Enki’lere” karşı mücadelenin en üst seviyede dünyanın her yerinde devam ettiğini görüyoruz. Özellikle de son dönemlerde, kadın hareketi büyüyerek güçlenmiş ve birçok kazanım elde etmiştir. Bunun en somut örneği de Rojava Devrimidir.

Rojava Devrimi özünde, barbar İŞİDin ve ona destek olan emperyalist erkek aklının yenildiği bir kadın devrimidir. Kadınların büyük savaşı sonucunda oluşan bu devrim demokrasinin ve eşitliğin ete kemiğe büründüğü bir devrimdir. Enternasyonalist bu devrim, dünyadaki bütün kadınları selamlamaya devam ediyor. Tabi ki ulus devletler, tıpkı Enki gibi her türlü oyuna başvurarak bu destansı devrimi özünden koparıp kadın etrafında örülen yaşamı boğmaya çalışıyor. Ancak, Enkilerin bu sinsi oyunları, İnannanın mücadelesini kaldığı yerden daha da güçlenerek devralan ve ağır bedeller sonrasında yeniden elde edilen MEleri bırakmamaya kararlı olan kadınlar tarafından boşa çıkarılıyor. Enkilerin esiri haline gelen dünya, kadınlara  yönelik zorbalıklara karşı suskun kalsa da kadınlar bu sessizliğe, ötekileştirmeye, köleleştirmeye karşı mücadele etmeye ve devrimi büyütmeye devam ediyorlar. 

Erkek egemen zihniyeti en çok korkutan şeyin, kadınların yeni bir yaşamı örebilme gücü olduğunun farkında olan kadınlar, erkek iktidarların uyguladığı bütün baskılara ve yaydığı bu korku iklimine rağmen; korkmuyor, susmuyor ve itaat etmiyor. Kadınlar demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir paradigmayla eşit ve özgür bir dünya için var gücüyle mücadele etmeye devam ediyorlar. Erkek iktidarlar ne kadar saldırsa da dünyanın her yerinde birleşerek büyüyen kadın mücadelesi, kadınların köleleştirilmesi üzerine kurulan bu saltanatları yıkacak, dünyayı erkek iktidarların çıkardığı savaşlardan, talanlardan ve ekolojik yıkımlardan kurtaracaktır. 

21. yy kadınların özgürlük mücadelesiyle, kadın hakikatiyle başka bir yüzyıl, başka bir gelecek olacaktır…

Gülizar İPEK

Yazılarınız için [email protected] e-posta adresine e-posta gönderebilirsiniz