DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EMEK MÜCADELESİNİN DURUMU

İnsanlığın 5 bin yıllık tarihinin temel arayışı özgürlüktür. Devletli ve sınıflı toplumla birlikte kaybettiği özgürlüğü aramaktadır insanlık. İnsanlığın temel tüm yaratımları ve değerlerinin emekle gerçekleştiği kuşku götürmez bir hakikattir. İnsan kendini emekle var etti ve kendini, ürettiği değer, araç ve birikimlerle günümüze ulaştırdı. Tarih boyunca insanlık hep bir emek mücadelesi içerisinde olmuştur. Hem doğaya karşı kendini koruma, doğayla bütünleşme, hem de yaşatma arayışı hiç bitmemiştir. Kadınla birlikte düşürülen toplum ve ardından geliştirilen tüm egemenlik sistemleri (insanın doğasına aykırı olarak) yüce emekle üretilen tüm ortak değerleri gasp etmiştir. Tarih aslında tüm bu mücadelelerin tarihidir.

Günümüz kapitalist, emperyalist, neoliberal politikaları emeğe yöneltilmiş en son saldırı olsa da bunun kaynağını devlet ve iktidarlaşmanın başlangıcında aramak lazım. Tarihte, üretilen değerlere el konulurken günümüzde ise finans kapitalizm, olmayan üretimle sömürü ve egemenlik sistemini sürdürmektedirler. Borsa, hisse, tahvil ve kağıttan para kazanmak, sanal para vb ile aslında her hangi bir değer üretmeden hayali değer satan bir sistem haline gelmiştir. Bu durum günümüzün en temel sömürü mekanizması olmuştur.

Emeğin özgürleşme mücadelesinin tarihsel çerçevesini doğru tanımlamak kuşkusuz doğrudan günümüzle ilişkilidir. Emeğin emekçilere yabancılaşması ve toplumun kendi yaşamını yeniden üretme gibi temel toplumsal bir fiilden devletçi-sınıflı uygarlığın gasp ettiği toplumsal fonksiyonlardan biri haline gelmesi kuşkusuz emeğin özgürlük mücadelesinin başlangıcıdır. Bu bir yandan devletçi sınıflı sistemin hiyerarşik yapısını biçimlendiren artı değere el koyma anlamına gelirken öte yandan toplumsal hakikatin parçalanması anlamına gelir. İnsanı toplumsallık çerçevesinde insan kılan temel özellik olarak emek, tekellerin denetimine girer ve buna karşı emekçilerin mücadelesi başlar. Bu sürecin toplumsal ekonominin örgütleyicisi olan kadının köleleştirilmesi ile başlandığı hatırlanmalıdır. Günümüze kadar süren bu mücadelenin “özgürleşme” çerçevesinde ele alınması önemlidir. Klasik olarak sadece üretim araçlarının mülkiyeti açısından bu durumu ele almak hem emek mücadelesinin evrimini hem de günümüzde oynayacağı rolü daraltır. Emeğin yabancılaşması bütünsel olduğu gibi özgürleşme mücadelesi de bütünseldir. 

Günümüz dünyasında, Türkiye ve Kürdistan‘da emek ve emek mücadelesini doğru ele almak halklarımızın geleceği açısından oldukça önemlidir. Emeğin özgürleşmesi salt bir ücret artışı veya bazı sosyal haklarla sınırlandırılamaz. Toplum ve emek iç içedir. Toplumdan ayrı bir mücadele öngörmek klasik sendikacılığa veya düzen içi çözümler peşinden koşmaya götürmektedir. Dolayısıyla toplumdan kopuk, sadece kurumsal (ki kurumlar sistemin kurumları ve onu aşan bir fonksiyon oynadıklarında direkt yönelime maruz kalmaktadırlar),dar bir örgütlenme ile emek mücadelesi verilemez. Bu nedenle toplumsal bir emek mücadelesi vermek için tüm emekçilerin, kadınların, ekolojistlerin, ezilenlerin, sömürülenlerin ortak bir mücadeleye yöneltilmesi gerekmektedir. Mevcut kapitalist-sömürgeci sistem aşılmadan bir işçinin veya emekçinin hak ve hukukundan bahsedilemez. Direniş ve mücadele ile elde edilecek bazı “kırıntı” kazanımlarda her zaman buharlaşmaya mahkumdur. Toplum özgür olmadan bir işçinin, bir emekçinin emeğinin hakkını alması ve sömürüden kurtulması düşünülemez. Diğer yandan emek mücadelesi kadın özgürlüğünü hedeflemediği sürece eski sömürü sisteminin devam edeceği de bir gerçektir. Çünkü sınıflı ve devletli sisteme geçiş kadın düşürülmesiyle mümkün olmuştur. Bu gün de sistem, kadın ve düşürülmüş, kendine yabancılaşmış erkek üzerindeki egemenlikle varlığını sürdürmektedir. Emek mücadelesini bütüncül olarak ele almak bizi doğruya daha fazla yakınlaştıracaktır.

Gerek geçmişte gerek günümüzde sınıf karakterli olduğunu iddia eden, emek mücadelesini temel programı yapmış birçok parti, hareket, sendika vb vardır. Belki bu mücadelede büyük bedeller de ödenip kahramanca direnişler de sergilemişlerdir. Ancak bu hareketlerin neden başarılı olamadıkları, neden sömürü çarkını aşamadıkları ve nihai olarak devrimi gerçekleştiremediklerini gerçekçi bir temelde analizinin yapılması gerekir. Burada ciddi bir paradigmasal değişimi olmadan sisteme eklemlemekten ve başarısız olmaktan kurtulamayız. Ya da devrim yerine düzen içinde kalarak bazı sınırlı iyileştirmeler yapmış oluruz. Ki bu mevcut sistemi meşrulaştırmaktan ve ömrünü uzatmaktan öteye bir rol oynamaz. Devlet ve iktidar anlayışını aşmadan gerçek bir özgürleşmenin olmayacağını söylemeliyiz. Devrim. Demek, kelime anlamıyla Revolutio, lit yani “dönüş” tür. Dönüşten kastettiğimiz doğal toplum sürecindeki( kaybettiğimiz yer) iktidarsız ve sınıfsız toplumu bugünün koşullarında yeni bir yaşam, yeni toplumsal bir düzen arayışıdır. Dolayısıyla bu düzen yerinde durduğu sürece demokrasi, özgürlük, eşitlik vb den bahsedilemez. Bu anlamda halkların, emekçilerin özgürleşmesi topyekun sistemi hedeflemek ve onu aşmakla mümkün olacaktır. 

Dar sınıfsal bir yaklaşım ve emekçilerin toplum ile bağının kopartılması, doğru bir tarih bilincine ulaşmaması durumunda da doğru bir mücadele de hattı ortaya çıkmayabilir. Yine mevcut kapitalist modernite çözümlenmeden ve bunu temelden aşmayı hedeflemeden yeni özgür bir yaşama da ulaşmak güç olacaktır. Şu an da mevcut hareket ve sendikaların bu kadar emeğe rağmen bir sonuca ulaşmaması bu yaklaşım ve paradigma ile ilgilidir.

Faşizm bugünlerde her alana ciddi bir saldırı yöneltmiş durumdadır. Hem siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve sınıfsal saldırıları her yerde görmek mümkündür. Faşizm yoğun saldırılarla demokratik siyasetin alanını daraltmıştır. Yine faşizm kadının özgürlük, adalet ve hak yürüyüşünü tehlikeli görüp saldırmaktadır. Öte yandan milliyetçi şoven bir atmosfer yaratarak emekçilerin ve sınıf karakterli hareketlerin mücadelesini ya perdelemekte ya da işlevsiz hale getirmektedir. Kürtleri soykırımdan geçirmek için tüm emekçilerin ürettiği değerleri harcamakta ve direnişleri de bu milliyetçi argümanlarla bastırmaktadır. Bu milliyetçi hezeyan altında sömürü ve hırsızlıklarını daha kolay gizlemekte ve ses çıkaranı da bu yolla susturmaktadırlar. Bugün tüm sorunların kaynağı durumunda olan Kürt sorunu çözülmeden ne emekçilerin hakkı olur ne de diğer demokratik haklar söz konusu olur. Türkiye ve Kürdistan emekçilerinin bu oyunu görüp doğru, birleşik bütünsel bir mücadele yürütmeleri özgür bir geleceğin temel gerekliliğidir. Aslında bu savaştan en çok emekçiler zarar görmekte, kazanımları sınırlandırılmakta ve neredeyse açlık sınırında bir yaşama mahkûm edilmektedirler. Antifaşist bir cephede birleşmek, emek  ile demokrasi mücadelelerini vermek ve tüm toplumun sorunlarını görüp ortak mücadele zeminleri yaratmak gerekliliği her geçen gün önemini dada da artırmaktadır. 

Küresel hegemonyaya karşı, küresel direnişler de dünya halklarının ve emekçilerinin gündemine girmektedir. Başta kadın özgürlük mücadelesi olmak üzere halklar, toplumlar ve sınıflar daha fazla enternasyonal bir karakter kazanmaya başlamış bulunmaktadır. Neredeyse tek elde merkezileştirilen sömürüye karşı tüm dünya ezilenleri ve halklarının ortak bir mücadele geliştirmesi oldukça önem kazanmıştır. Parçalı, yerel veya bazı alanlarla sınırlı bir mücadelenin başarı şansı çok azdır. Çünkü kapitalist modernite her alanda kendini ve sistemini güçlü örgütlemiştir.

Mevcut hareket ve sendikaların duruşu ve örgütlenme yaklaşımı oldukça zayıf ve devrimi hedeflemekten uzaktır. Sendikal faaliyetleri temel alan ve salt bu çerçevede mücadeleye dar yaklaşan “sendikalizm” olarak adlandırılan eğilimin de emek sınıfında önemli ölçüde olumsuz etkide bulunduğunu ifade edebiliriz. Kamu emekçilerin örgütlülüğünü ve mücadele yeteneklerini sadece sendikalizm kulvarına kanalize etmekle yetinen bu anlayışların kapitalist modernite ile ciddi bir hesaplaşmaya girişmesi çok zordur. Ayrıca zaten bu anlayışın mücadele ufku sistemi reformla düzeltmenin ötesine geçemez. Bu yanılgılı bakış açısı emekçilerin sorununda olduğu kadar Kürt sorunu bağlamında da geçerlidir. Ve devletin soykırımcı ve sömürgeci özünün perdelenmesine yol açar. Mücadele dönemi boyunca bu anlayışlar emek mücadelesini zorlamış ve gerçek rolünü oynamasını engellemeye devam etmektedir. 

“Sendikalizm” anlayışı ile bağlantılı olan “ekonomizm”in Kürt halkının özgürlük mücadelesi çerçevesinde şekillenen emek alanında doğrudan ve fazlasıyla olumsuz etkisi olmasa da görünür yansımaları vardır. Dar sendikal mücadele çerçevesine sıkışmak bu anlayışın emek alanına da üslupta yada eylem tarzında etkilerinden bahsetmek mümkündür.

Diğer yandan tüm dünya halklarının ortak sorunu olan mülkiyete(bireysel) karşı mülksüzler hareketini geliştirmek, gasp edilen değerlerin hırsızlardan, talancılardan kurtarılması oldukça elzemdir. Doğaya, canlılara ve insana ait olan varlıklarımız nerdeyse küçük bir azınlık egemen güç tarafından gasp edilmiştir. Deyim yerinde ise nan’ın anavatanında nan’sız yaşamaya mahkum edilmiştir.

  Egemen güçler tarih boyunca kendilerine karşı ortaya çıkan muhalif parti, grup, oluşum ve sendikaları önce zor kullanarak bitirmek istemiştir. Bu yöntemle başaramadıklarına karşı ise ya içine sızarak özünden koparıp, kendine benzeştirmek ya da yasal sınırların içine hapsedip, etkisizleştirmiştir. Tarih, bu tür sayısız örnekle doludur. Demokratik Toplumcu Sendikacılık da  bunu aşmada sınırlı kalmıştır. Kamu alanında ki sendikal mücadele ve örgütlenme çalışmalarının yasallaşma süreci aslında fiili meşru mücadelenin yasal sınırlara çekildiği bir dönemeç olarak ele alınabilir. Bundan önce daha çok eylemlik ve meşruluk üzerinden şekillenen örgütlülük, bu dönemle birlikte daha çok grevsiz toplu sözleşme, sendika, kongre ve genel kurullara endeksli bir hal aldı. 

  Reel sosyalizmden kalma devletçi, iktidarcı, ideolojik ve örgütsel bunalımı aşmak kolay olmamıştır., Büyük bir demokratik zihniyet, örgütlülük ve ideolojik büyüme ile bu aşılabilir. Emeğin gerçek değerini, toplumsallıkta oynadığı rolü, ahlaki ve politik toplumdaki yeri konularında yeni paradigmalar ile evrensel ölçüde önemli açılımlar olmuştur. Ancak eski etkilerden, anlayışlardan kurtulmak kolay olmamaktadır. Kamu sendikacılığını aşmama ciddi bir problem olarak önümüzde durmaktadır.

  Bu açıdan paradigmamız çerçevesinde sendikalar salt emekçilerin iş yaşamlarında yaşadıkları sömürüye karşı mücadeledeki araçları olarak ele almamalıyız. Bu dar bakışın emekçileri sisteme yedeklediği bilinmelidir. Sistemin sınırlarını belirlediği çerçevede hareket etmek sendikaları bilinçli ya da bilinçsizce sistemin organları haline getirmektedir. Bu durumda sendikalar emekçilerin kendi öz örgütleri olma niteliğini yitirir. Emek konfederalizmi olarak adlandırdığımız bakış açımızda sendikaların bu yönü gözden kaçırılmamalıdır. Bu açıdan sendikaları emeğin ve toplumun özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önemli bir bileşeni olarak yeniden inşa etmek gerekir. Sendikalar emekçileri devletçi-sınıflı sistemden koparmak ve kendi sistemini kurmada bir zemin olarak ele alınırsa sonuç alınacaktır. Emekçilerin mücadelesinin tek ve esas alanı olarak değerlendirilemez. Aksine ancak toplumun mücadelesi ile bütünleştikçe sendikalar gerçek işlevini yerine getirebilir. Bu açıdan demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmaya göre sendikalar toplumsal mücadelenin parçası oldukça emeğin özgürleşmesinde rollerini oynayabilirler. Emeğin, sendikalizm zeminini aşacak bir şekilde kendini konfederal biçimde kapitalist modernitenin yarattığı ayrımları aşacak şekilde örgütlemesi önemlidir. Emek Konfederalizmi bilinci artıkça ve kurumsallaştıkça sendikalar özlerine kavuşabilirler. Bu sendikaların sadece araç olarak görülmesi ya da önemsiz addedilmesi anlamına gelmez. Sendikalar bu perspektifle mücadele ettikçe anlamlıdırlar. Ayrıca sendikaların yüzyıllarca süren mücadele sonucu ortaya çıkan kazanımlarda rol oynadığı yada zaten bu kazanımların ürünü olduğu gerçeği açıktır. Bu noktada sendikalara iki çerçeveden bakmak gerekir. İlki toplumun özgürleşme ve demokrasi mücadelesine zemin olması ve ikincisi emekçilerin kendi öz zihniyetini üreten örgütler haline getirmeye çalışmak ve bu ideolojik mücadelenin yürütüldüğü alanlar olarak ele alınmasıdır.     

Sendikalara genel yaklaşımı belirttikten sonra kamu sendikacılığına dair de bazı belirlemeler de bulunmakta fayda var. Kamu sendikalarının evrimi işçi sendikalarından hem dünya ölçeğinde hem de Türkiye özgülünde daha farklı bir yol izlemiştir. Bu farklılıklar salt olumlu ya da olumsuz şeklinde değerlendirilememeliyiz. Devletin doğrudan işveren konumuna geçmesini ya da bu sürecin gelişimini detaylı ele almadan devletin bu konumuyla emekçiler arasında kendine doğrudan bağlı biraz daha imtiyazlı bir kesim yaratma arayışının baskın olduğunu ifade edebiliriz. Bu kesimin sendikal örgütlenmesine başta hiç izin vermemiş ya da emekçileri bölme niyetiyle kamu sendikalarını farklı bir statüye sokmaya çalışmıştır. Bu zemindeki sendikal mücadele zaman zaman daha keskin hale gelsede devletin tanıdığı “imtiyazları” koruma ve geliştirme gibi dönemsel olabilecek hedefleri kamu sendikaların kendilerinin varoluş nedeni olarak görmesine de neden olmuştur. Bu açıdan kamu sendikalarının konumu emek mücadelesinde daha kritik hale gelmiş, sarı sendikacılık ve demokratik sendikacılığın mücadelesi bu zeminlerde daha görünür olmuştur.

Bugün Türkiye ve Kürdistan emekçilerinin önünde en temel görev mevcut yanlış ve yanılgılı bakış açılarının aşılması ve toplumsallaşan bir emek federasyonuna dönüşmesidir. Dar, anlık veya tekil kazanımlar peşinden koşma yerine tüm halkların özgürleşmesini hedefleyen, toplumla güçlü bir bağ kuran yeni bir paradigmaya ihtiyaç vardır. Geçmiş tüm yaratımları bir değer olarak ele alıp özgür, demokratik, ekolojik bir geleceği örmek en çok emekçilerin, ezilenlerin, ağır bir sömürü cenderesine alınanların temel hedefi olmalıdır. Milyonlarca emekçi doğru bir ideolojik çizgi ile kendini donattığında ve harekete geçtiğinde gerçekleştiremeyeceği hiçbir şey yoktur. Sistem emekçilerin örgütlüğünü ya dağıtmakta ve ya da saptırarak içi boş, güven vermeyen bir duruma evirmektedir. Bunun için ortak bir zihin veya ideolojik yeterliliğe ulaşma durumunda sistemin bu saldırılarıda boşa çıkarılmış olacaktır. Emeğimize yabancılaşmadan sahip çıkmak, korumak ve bunu tüm insanlığın bir kazanımı haline getirdiğimizde bam başka bir yaşam ve toplum yaratmak hiç de zor olmayacaktır. Özgür insan arayışı en kutsal arayıştır. SOSYALİZMDE ISRAR İNSAN OLMAKTAN ISRARDIR.

Demokratik Toplum ve Emek

Yazılarınız için [email protected] e-posta adresine e-posta gönderebilirsiniz